Suç, toplumun normlarına ve yasalarına aykırı olan, toplumun egemen düzenini tehdit eden eylemler veya ihmaller olarak tanımlanır. Ancak bu tanım, suç kavramının nesnel bir gerçeklik olmadığını, aksine egemen güçler tarafından şekillendirildiğini gösterir. Suç, belirli bir toplumda hangi davranışların kabul edilebilir, hangilerinin kabul edilemez olduğunu belirleyen bir toplumsal inşa sürecinin sonucudur. Bu süreç, özellikle kapitalist modernite bağlamında, belirli grupları dışlamak, kontrol altında tutmak ve sistemin çıkarlarını korumak amacıyla işlevseldir.
Kapitalist modernite, bireylerin davranışlarını ve toplumsal ilişkileri piyasa mantığına göre şekillendiren, ekonomik çıkarları merkeze alan bir toplumsal düzen yaratır. Bu düzen, belirli değerleri ve normları dayatarak toplumun genel işleyişini kontrol eder. Suç kavramı da bu düzenin bir parçası olarak, kapitalist sistemin çıkarlarına aykırı davranışları tanımlamak ve bu davranışları cezalandırmak amacıyla kullanılır. Bu bağlamda, suçun tanımı ve suçlu kimliği, kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre şekillendirilir.
Kapitalist modernite altında, suça iten nedenler genellikle sistemin yarattığı sosyal ve ekonomik baskılarla yakından ilişkilidir:
Ekonomik Eşitsizlikler: Kapitalist sistem, zengin ile fakir arasındaki uçurumu derinleştirir. Bu eşitsizlik, toplumun alt sınıflarında suça yönelimi artırır. Yoksulluk ve işsizlik, bireyleri hayatta kalmak için suç işlemeye zorlayabilir. Kapitalist modernite, bu suçları bireysel ahlaksızlık olarak tanımlar, oysa ki bu durumlar, sistemin yarattığı yapısal sorunların bir sonucudur.
Sosyal Dışlanma ve Ötekileştirme: Kapitalist sistem, belirli grupları (etnik azınlıklar, göçmenler, yoksullar) dışlar ve onları “öteki” olarak tanımlar. Bu ötekileştirme süreci, bu grupların toplumsal kabul görme şansını azaltır ve onları suç işlemeye daha yatkın hale getirir. Ötekileştirilen bireyler, toplumun yasaları ve normları tarafından zaten dışlanmış olduklarından, bu normları ihlal etme konusunda daha az çekince duyarlar.
Kültürel Hegemonya ve Normlar: Kapitalist modernite, toplumda belirli kültürel normları ve değerleri baskın kılar. Bu normlar, özellikle bireyci, rekabetçi ve tüketim odaklı davranışları teşvik eder. Bu tür bir kültür, bireylerin sosyal statü kazanma ya da ekonomik başarıya ulaşma arzularını tetikler. Ancak bu arzuların gerçekleşmemesi durumunda, bireyler suça yönelebilir.
Psikolojik Baskılar: Kapitalist sistemin yarattığı yoğun rekabet, stres ve bireysel başarı baskısı, bireylerin psikolojik sağlığını olumsuz etkiler. Bu psikolojik baskılar, bireylerin suç işlemeye daha yatkın hale gelmesine neden olabilir. Depresyon, anksiyete ve diğer ruhsal sorunlar, bireylerin şiddete ya da diğer suçlara başvurma olasılığını artırabilir.
Kapitalist modernite, suçun ortaya çıkması için gerekli koşulları yaratır.
Yapısal Şiddet ve Eşitsizlik: Kapitalist modernite, yapısal şiddeti ve eşitsizliği derinleştirir. Toplumun alt sınıfları, bu şiddetin kurbanı olur ve suç işlemeye zorlanır. Örneğin, düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları, işçileri yasal olmayan yollarla gelir elde etmeye itebilir.
Denetim Mekanizmaları ve Güç İlişkileri: Kapitalist sistem, denetim mekanizmalarını kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırır. Güçlü olan, suç işleyip bundan kurtulabilirken, zayıf olan en küçük hatasında bile ağır cezalarla karşı karşıya kalır. Bu durum, toplumda adaletsizlik algısını pekiştirir ve suçun yayılmasına katkıda bulunur.
Toplumsal Çatışma ve Gerilimler: Kapitalist modernite, toplumsal çatışmaları ve gerilimleri artırır. Özellikle sınıfsal, etnik ve kültürel farklılıklar, suçun yaygınlaşmasına zemin hazırlar. Kapitalist sistem, bu çatışmaları körükleyerek, belirli grupları “suçlu” olarak damgalayabilir.
Suç sosyolojisi, suçun toplumsal bir inşa olduğunu vurgular. Kapitalist modernite altında bu inşa süreci, sistemin çıkarlarını korumak amacıyla gerçekleştirilir. Suç, genellikle sistemin çıkarlarına aykırı olan, toplumsal düzeni tehdit eden ya da egemen güçlerin kontrolünü zayıflatan davranışları kapsar.
E. Durkheim, suçu toplumsal bir olgu olarak ele alır ve her toplumda var olduğunu savunur. Ancak kapitalist modernite, suçun tanımını ve kapsamını genişleterek, belirli grupları marjinalize etmek için kullanır. Bu bağlamda, suçun işlevi sadece toplumsal normları güçlendirmek değil, aynı zamanda kapitalist sistemin çıkarlarını korumaktır. R. Merton’un anomi teorisi, kapitalist modernitenin bireyler üzerinde yarattığı baskının, bireyleri suça itebileceğini gösterir. Özellikle kapitalist sistemin dayattığı başarı hedefleri, bireyleri bu hedeflere ulaşmak için yasadışı yollara başvurmaya zorlar. Merton, bu durumu “yenilikçilik” olarak adlandırır, yani bireylerin mevcut normları reddederek kendi yollarını bulmaları. H. Becker’in etiketlenme teorisi, kapitalist modernite altında suçun nasıl toplumsal olarak inşa edildiğini açıklar. Kapitalist sistem, belirli grupları “suçlu” olarak etiketleyerek, bu grupları marjinalize eder ve toplumsal dışlanmalarını pekiştirir. Bu süreç, özellikle ekonomik olarak dezavantajlı ya da etnik olarak farklı gruplar için geçerlidir. E. Sutherland, suçun öğrenilen bir davranış olduğunu öne sürer. Kapitalist modernite, bireylerin suçlu davranışları öğrenebileceği ve bunları normalleştirebileceği ortamlar yaratır. Özellikle, ekonomik çıkarların ön planda olduğu bir sistemde, bireyler çıkarlarını korumak ya da artırmak için suç işlemeyi bir araç olarak görebilirler.
Kapitalist modernite, suçu sadece bireysel bir eylem olarak değil, toplumsal bir olgu olarak şekillendirir. Sistem, suç kavramını kendi çıkarları doğrultusunda yeniden tanımlar ve belirli grupları ötekileştirir. Bu ötekileştirme süreci, suçun tanımının genişlemesine ve belirli grupların toplumsal dışlanmasına yol açar. Suç sosyolojisi, kapitalist modernitenin suç üzerindeki etkilerini analiz ederek, suçun toplumsal bir inşa olduğunu ve bu inşanın egemen güçler tarafından kontrol edildiğini ortaya koyar. Bu bağlamda, suçun önlenmesi, yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda toplumsal ve yapısal düzeyde de ele alınmalıdır.