Hollywood yıllarca Amerikanın resmî tarihinin yalanlarını örttü. Buna göre Kızılderililer; vahşi, katil, baskın yapan, kafa derisini para ile satan apaçi, Amerikalıları ise saldırıya maruz kalan, eşini dul çocuğunu yetim bırakan kahraman. Hollywood haddizatında Amerika’nın gelecekte yapmak istediği projelerin bir soysal laboratuarı görevini de gördü. Görmek istediği başkan profilini, Irak savaşını, ikiz kulelere düzenlenecek saldırı ve olası tepkileri önceden izleme imkânımız oldu. “İyi geceler öpücüğü”, “Kurtlar Vadisi” tarzında bir film.
Devlet Düşmanı, 24 saat, Silici, Kirli Sırlar, Yılın Başkanı, Başkanın Adamları, Beyaz Saray da Cinayet… vb.
Filmlerinde Beyaz Saraydaki iktidar savaşlarını seyreder olduk. Sarayda yaşanan entrikalar ve buna bir “dur” deme azminde bir avuç sebatkâr, duyarlı bürokrat.
O filmlerden bazı çarpıcı cümleler:
“Artık Nazilerin Yahudi katliamını hikâyelerini dinlemekten usandım.”
“Bunu ancak ya bir sapık ya bir psikopat ya da CIA ajanı yapar.”
“İlaç firmalarıyla ve finans sektörü ile anlaşan siyasiler.”
“İstihbarata artık şerefli insanları alacağız. İlla Yahudi ya da zenci olmayacak.”
“Yemin, korkakların, rahiplerin, soyluların huyudur.”
“Eğer beyaz sarayda 60 sene önce her odada kamera olsa idi şimdi tekerlekli sandalyede oturan birini başkan seçmezdik”
Gibi sözler o cesur filmlerden hafızamıza kazınanlar.
Şimdiye kadar Hollywood da sahnelenen birçok proje gerçekleşti. Son filmlerde de alışılmışın dışında aristokrasiden uzak başkan profilleri görmekteyiz. Özellikle “Yılın Başkanı” filminde. Beyaz Saray yerine saraya yakın bir mahalledeki evinde ikamet eden, her ne olursa osun doğruları cesurca savunan başkan gelecek adına umut verici. Öyle ya da böyle Amerikalılar böyle birini iktidarda görmek istiyorlar. Aksi takdirde Amerika bölünme tehdidi ile karşı karşıya! En geç 2050 yılında herkesin özgürce yaşabileceği bir rüya ülke meydan getirmek isteyenlerle kezzapların (çok yalan söyleyen) savaşı.
Evet, Hollywood takdire şayan şekilde kabuk değiştirdi. Resmî tarihin yalanlarını örtmekle gerçekler arasındaki tercihini cesurca gerçeklerden yana kullandı. Avrupa sineması da kabuk değiştirmenin kaçınılmazlığını ve buna direnmenin bir son olduğunu görenlerden.
“Kazanova” filmi kiliseyi, Vatikan’ı acımasızca, “Pompei” filmi de Roma’yı sorguluyor. Film de Venedikli sıradan biri Vatikan’dan gelen başpiskoposun yakasını topluyor;-Her şeye burnunu soktuğun yetmiyor mu?” artık diye düne, bugüne ve yarına mesajlar veriyor..
Rahmetli Kemal Sunal’ın bazı filmleri belki Hollywood’a ilham kaynağı oldu. Dürüst, halktan bir idareci karakterini başarı ile canlandırdı “Deli Deli Küpeli” filminde. Bir gün bu ülke de de “deli deli küpeli” filmindeki gibi bit yiğit/molla kasım bu ülkenin başına geçer. Halkın memnun, tefecinin-sahtekârın-yalancının-eşkıyanın-halka merkep eti yedirenin-spekülatörün rahat hareket edemeyeceği bir huzur ülkesi oluverir. Umudum %100.
“Cihadın en üstünü zâlim hükümdar karşısında söylenen hak sözdür” hadis.
Galilei ile başlayan herşeye burnunu sokan kiliseye isyan, beyaz perdede devam ediyor.
Babamın bana vefatın önce anlattığı son hikâye şu idi:
Oğul babasına sormuş;
—Baba deniz yanar mı?
Baba cevap vermiş
—Yanar oğlum yanar!